Aşağıda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.02.2024 tarihli ve 2022/1252 Esas, 2024/72 Karar sayılı kararına yer verilmiştir. Karar, hizmet tespiti davalarında freelance çalışmanın hizmet sözleşmesinden ayrımı, bağımlılık unsurunun belirlenmesi, SGK bakımından kendiliğinden araştırma ilkesinin kapsamı ve delillerin resen toplanması ile ilk derece mahkemesinin inceleme yükümlülüğüne ilişkin önemli tespitler içermektedir.
HGK., E. 2022/1252 K. 2024/72 T. 7.2.2024
T.C. Yargıtay Başkanlığı – Hukuk Genel Kurulu
Esas No.: 2022/1252
Karar No.: 2024/72
Karar tarihi: 07.02.2024
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
SAYISI : 2021/267 E., 2022/34 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 30.09.2021 tarihli ve
2020/11798 Esas, 2021/11374 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki hizmet tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraflar ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin davalı işveren yanında 01.11.2000-06.08.2015 tarihleri arasında kesintisiz çalıştığını, son ücretinin net 1.850,00 TL olduğunu, iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini, davalının Milliyet Gazetesinde köşe yazılarının yer aldığı kısımda belirtilen elektronik posta adresine gelen yazıları okuyup gerekli görülenlerin incelenmesi ve cevaplanması için hazırlanması, internet ve network ağını organize etme işlerini yaparak çalışmaya başladığını, 2005 yılının Mart ayından itibaren ise davalıya ait internet sitesi yapımına başladığını ve davalı adına iki elektronik posta adresi daha oluşturularak gelen yazılardan gerekli görülenleri davalının internet adresine gönderdiğini ayrıca gelen soruları yanıtladıktan sonra davalıya veya asistanına bilgi verdiğini, 23.01.2006 tarihinde resmî internet sitesinin açılmasından sonra editör olarak gece-gündüz evinde çalışmaya başladığını, bu doğrultuda davalının yazılarıyla ilgili editör imzasını kullanarak bazı köşe yazarlarına açıklamalar gönderdiğini, öte yandan ajans ve medya takip merkezlerinden gelen listeye göre davalının adı geçen haber, yorum, köşe yazısı ve video gibi her türlü bilgiye internet sitesinde yer verilmesi, davalı ile ilgili her türlü haberin takip edilmesi, davalının katıldığı televizyon ve radyo programlarının montajını yaparak internet sitesine kaydedilmesi, internet sitesine yapılan yorumların takip edilerek uygun olmayanların kaldırılması, internet sitesinin sürekli olarak yedeklenmesi işlerini yaptığını, çalışmalarının Kuruma bildirilmediğini ancak kendisinin isteğe bağlı sigorta primlerini ödeyerek yaşlılık aylığı bağlandığını ileri sürerek 01.11.2000-06.08.2015 tarihleri arasındaki hizmetlerinin tespitini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, müvekkilinin hazırladığı belgesel prodüksiyonlarının, halkla ilişkiler çalışmalarının ve gazete dışı işlerinin 1990 yılından itibaren Ko-Medya Prodüksiyon A.Ş. tarafından yapıldığını, asistanının da bu şirketin çalışanı olduğunu, Ko-Medya Prodüksiyon A.Ş. tarafından müvekkiline ait internet sitesinin oluşturulması ve sonrasında sitenin danışmanlığının davacıya yaptırıldığını, davacı ile bu şirket arasında kurulan istisna akdi veya vekâlet ilişkisi çerçevesinde davacının ücretini aldığını, taraflar arasında hizmet akdi bulunmadığını, davacının bilgi ve becerilerini kullanarak internet sitesinin tasarım ve kullanımını oluşturduğunu ancak günlük veya haftalık bilgi ve düzenlemelerin bahsi geçen şirket tarafından yapıldığını, davacının aynı veya farklı hizmetleri başka kişi veya şirketlere de verdiğini, internet sayfasının yedeklenmesi işinin Türk Ticaret Net tarafından yapıldığını, cevaplanması gereken elektronik postalara müvekkilinin karar verdiğini ve içeriğini de kendisinin belirlediğini, ayrıca bazı elektronik postalarının yazılması, müvekkili hakkındaki haber ve yazıların oluşturulması işlerinin uzun yıllardır Ko-Medya Prodüksiyon A.Ş. tarafından yapıldığını, internet sayfasının şifresi davacıda olduğundan teknik zorluk içeren konularda davacının bu şirkete bilgi girişinde destek olduğunu, zira bunun danışmanlık hizmetinin bir parçası olduğunu, öte yandan davacıya ait şirketin kapanması sonrasında bu işleri adına yapmayı sürdürdüğünü ayrıca Çağdaş Gazeteciler Derneği üyesi olduğunu, haber portalının bulunduğunu ve köşe yazısı yazdığını, davacının gece geç saatlere kadar yapmasını gerektiren işlerinin bulunmadığını, zira müvekkilinin köşe yazarlığı yaptığı gazeteler ve Ko-Medya Prodüksiyon A.Ş.’den tam zamanlı sekreterlik ve asistanlık hizmeti aldığını, internet sitesi oluşturulması amacıyla davacı ile kurulan istisna akdi veya vekâlet ilişkisinin bahsi geçen şirket tarafından sona erdirildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, davanın kamu düzenini ilgilendirdiğini, bu nedenle resen araştırma yapılması ve fiili çalışma olgusunun ispatlanması gerektiğini, işe giriş bildirgesi ve işveren tarafından düzenlenen ücret bordroları veya tediye makbuzu bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 07.03.2019 tarihli ve 2016/733 Esas, 2019/33
Karar sayılı kararı ile; davacının 1479 sayılı Kanun kapsamında 04.02.1991-31.10.2000 tarihleri arasında zorunlu; 11.12.2006-08.10.2013 tarihleri arasında ise isteğe bağlı sigortalılığının bulunduğu, davalı işveren tarafından Kuruma yapılan bildirim bulunmadığı, tanık beyanlarına göre davacının davalıya ait elektronik posta hesaplarını kontrol ettiği ve internet sitesinin editörü olarak çalıştığı, dosyada bulunan bilirkişi raporları değerlendirildiğinde davacının davalıya ait internet sitesinin editörlüğünü yaptığı, sitenin yoğun olduğu ve davacının esnek çalışma yöntemiyle evden işleri yürüttüğü anlaşıldığından eser sözleşmesinin varlığından söz edilemeyeceği, zira eser sözleşmesi olabilmesi için internet sitesinin davacı tarafından kurulup teslim edildikten sonra başka bir iş veya işlem yapmamış olması gerektiği, ancak internet sitesinin veri tabanında davacının editör olarak göründüğü ve editörlüğün vekâlet ilişkisi olarak kabul edilemeyeceği kaldı ki davalının internet sitesinde eserlerinin yanı sıra editör aracılığıyla haber ve görsel videolarını da paylaştığı, diğer taraftan ihbar olunan şirkette çalışan davalı tanığı … ve şirket yönetim kurulu başkanı …’ın beyanlarına göre davacıya ücret ödendiği, banka kayıtlarına göre de davacıya ödeme yapıldığı, 2014 ve 2015 yıllarına ait elektronik posta görüşmelerinden taraflar arasında ücret konusunda yazışmalar yapıldığı ve ödeme konusunda sıkıntı olduğunun anlaşıldığı, bu itibarla somut olayda belli bir işi üstlenme, bağımlılık ve ücret unsurlarının bulunması nedeniyle taraflar arasında hizmet akdinin bulunduğunun kabul edildiği, öte yandan davalıya ait internet sitesinin 2005 yılı Aralık ayında oluşturulduğu ve 2016 yılına kadar faal olduğu, internet sitesi kayıtlarına göre davacının 01.12.2005 tarihinde editörlük işini üstlendiği ve bu tarihte ilk veri girişinin yapıldığı, dosyadaki gazete yazısında ocak ayında resmî olarak açılan internet sitesi için altı ay yoğun çalışma olduğu ve bu iş için davacının çalıştığının vurgulandığı ve bilirkişiler tarafından tespit edilen internet sitesi yoğunluğu, davacıya 2006 yılı sonrasında düzenli ödemenin yapıldığı hususları birlikte değerlendirildiğinde davacının tam zamanlı olarak 01.12.2005-06.08.2015 tarihleri arasında davalı işveren nezdinde çalıştığı, 01.12.2005 tarihi öncesindeki internet sitesi oluşturma işinin eser sözleşmesi niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacının davalı işveren nezdinde 01.12.2005-06.08.2015 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalıştığının tespitine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar ve fer’î müdahil Kurum vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 29.09.2020 tarihli ve 2019/1287 Esas, 2020/1162 Karar sayılı kararı ile; davacının dava konusu işi yaptığı yer Ankara olduğundan davalı vekilinin yetki itirazının yerinde görülmediği, öte yandan tanık beyanları, elektronik posta içerikleri, davalının davacıya ait internet sitesinde editör olduğu ve bu iş kapsamında internet sayfasını güncellediği, günlük bilgi ve haberlerin internet sitesine yüklediği, elektronik posta adresine gelen mesajları kontrol ettiği gözetildiğinde davacının dava konusu işi internet sitesinin kuruluşundan itibaren düzenli ve tam zamanlı olarak yaptığı, bu durumda ilk derece mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle taraflar ve fer’î müdahil Kurum vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ve fer’î müdahil Kurum vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Gelişen teknoloji, insan ihtiyaçlarındaki çeşitlilik ve artış, insanların geçim kaynağı sağlama konusundaki yeni yaklaşımları, değişen sosyo-ekonomik yapı; yeni istihdam ilişkilerinin doğmasına ve çalışma hayatında atipik sözleşmelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Anayasa’da temelini bulan kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme, sözleşme yapma ve çalışma hakkı karşısında kural olarak taraflar ekonomik menfaatlerinin gerektirdiği şekilde sözleşme yapabilirler. Yapılan sözleşmelerin nitelendirilmesi; tarafların hak ve borçlarının mevcut hukuk kuralları kapsamında belirlenmesi yönünden önemlidir. Sosyal güvenlik mevzuatının emredici ve kamu düzeni karakterli olması nedeniyle, sosyal güvenlik davalarında, sözleşmelerin nitelendirilmesi daha da önemlidir. Zira sözleşmenin hizmet akdi olarak kabul edilip edilmemesi sigortalılık statüsünün belirlenmesinde farklılık yaratacaktır. Son yıllarda internet üzerinden sadece mal alışverişi olanaklı hale gelmemiş, bunun yanında hizmet alımı veya eser alımı sözleşmeleri de mümkün hale gelmiştir. Söz konusu atipik yeni çalışma modellerinin, teknolojinin süratle gelişmesi karşısında, geleceğin çalışma biçimleri olduğu ileri sürülmektedir. İhtiyacı olan herkes bu yöntemle internet üzerinden anlaşma yapıp hizmet veya eser alma imkânına sahiptir. Bu tür atipik ilişkiler gelecekte daha da artarak hayatımızda yerini alacaktır.
Hizmet akdini, konusu iş görme borcu doğuran diğer borçlar hukuku sözleşmelerinden ayırt etmek bazen oldukça zor olabilmektedir. Bu sözleşmelerde ortak yön, bir iş görme borcunun mevcut olmasıdır. İş Kanunu m.8’de, “…bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir…” diyerek iş sözleşmesini tanımlamıştır. 818 sayılı BK m.313’de “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona ücret vermeği taahhüt eder…” şeklinde tanımlanmıştır. 1.7.2012’de yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK m.393’de ise “…işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle iş görmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde tanım yapılmıştır. Bu şekilde hizmet akdinin kanuni unsurları, “iş görme”, “ücret” ve “bağımlı çalışma” olarak ortaya çıkmaktadır.
Hizmet akdini, diğer iş görme borcu olan sözleşmelerden ayıran temel unsur “bağımlılık” unsurudur. Bağımlılık; işçinin, işverenin talimatına göre ve onun denetiminde çalışmasını ifade eder. İşçinin, işyerinde çalıştığı tüm yönetimin işverence belirlendiği iş ilişkilerinde “bağımlılık” unsurunu tespit etmek daha kolaydır. Uygulamada şu hallerde bağımlılık unsurunun bulunduğu kabul edilir: a- İşin işyerinde yapıldığı, b- Malzemenin işveren tarafından sağlandığı, c- İş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat aldığı, d- İşin iş sahibi veya yardımcısı tarafından kontrol edildiği e- Sermaye koymadan kendisine ait iş organizasyonu olmadan faaliyet gösterdiği f– Ücretin ödeniş şekli… Bu durumlarda dahi çalışanın iş yerinde üretim araçlarına sahip olup olmamasına, kar ve zarara katılıp katılmamasına, karar verme özgürlüğüne sahip olup olmamasına göre “bağımlılık” unsurunun somut verilere göre değerlendirilmesi gerekir. “Bağımlılık” unsurunu mutlak ve her hukuki ilişkide birebir aynı ölçütlerde tespit etmek mümkün değildir. Atipik hizmet ilişkilerinde ise “bağımlılık” unsuru değişmiş, esnek çalışmaya dönüşmüştür. Fakat bu ilişkilerde de hizmet akdinde bulunması gereken “bağımlılık” ilişkisinin, esnek de olsa mevcut olup olmadığı araştırılmalıdır. Bu belirleme “işçinin işverene ait iş organizasyonu kapsamında çalışmasına” göre yapılmalıdır.
Freelance çalışmanın kelime karşılığı, “serbest çalışma” veya “serbest meslek” anlamına gelmektedir. Bu yöntemle yazarlık, editörlük, tercümanlık, ders alma, bilgisayar programı yapma v.b internet üzerinden alınabilecek ve/veya yapılabilecek hizmetler “evde çalışma” yöntemiyle görülebilmektedir. Kural olarak bu tarz çalışma biçiminde, taraflar arasında bağımsızlık vardır. İş gören riskleri kendisine ait olmak üzere aldığı işi; istediği yerde, istediği zamanda görebilecektir. İşi kabul edip etmemekte serbesttir. İşin yapılmasını isteyen ile arasında bağımlılık ilişkisi zayıftır. İşverenin denetim ve talimat yetkisi oldukça sınırlı düzeydedir. Kısa süreli bir ilişki olup işini yapmakla aradaki ilişki sona erecektir. Kendisine ait organizasyon kapsamında çalışacaktır. Bu çalışma biçiminde kural olarak çalışan, kendi adına bağımsız olarak iş gören durumundadır. Fakat yeni tip sözleşmeler hakkında yorum yapılırken, taraflar arasındaki ilişkinin özelliklerine ve mahiyetine göre, değerlendirme yapılmalı, ilişkinin “kendi adına bağımsız çalışmayı” aşan ve “işverene hizmet sözleşmesi ile bağımlı” çalışma niteliği kazanıp kazanmadığı belirlenmelidir. Bu konuda peşin hüküm vermek mümkün değildir. Sayısız şekilde ortaya çıkabilecek ilişkiler; her somut olayda, taraflar arasındaki ilişkilere, olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirilmeli ve mevcut mevzuat hükümlerine göre nitelendirilmelidir. Bu nedenle ilişkinin niteliği araştırılıp, kendi adına bağımsız çalışmayı aşan hizmet akdi boyutu kazanan bir ilişki olup olmadığı incelenmelidir.
Dava, 5510 sayılı Kanun m.86/9 hükmüne dayalı sigortalı hizmetlerin tespiti hakkındadır. Bu davaların kamu düzeniyle ilgili olması nedeniyle özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesi gerekir. Hak kayıplarının ve gerçek dışı sigortalılıkların önlenmesi amacıyla tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, mahkemece resen gerekli deliller toplanmalı ve tüm deliller serbestçe değerlendirilmelidir. Hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunmasıdır. Kurum sicil dosyası, işyeri özlük dosyası temin edilip iş yerinin kanun kapsamında olup olmadığı belirlenmeli; iddia edilen çalışmanın başlangıç ve bitiş tarihleri, hangi işyerinde ne işinin yapıldığı, işyerinin kapsam, kapasite ve niteliği; çalışmanın sürekli veya kısmi zamanlı olup olmadığı eksiksiz biçimde açıklığa kavuşturulmalıdır. Tanıkların ifadeleri değerlendirilirken inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları; işveren, işçi ve işyeriyle ilişkileri, uzun yıllar öncesine ait bilgileri nasıl hafızalarında korudukları üzerinde durulmalıdır. Resen araştırma kapsamında taraf tanıkları ile yetinilmeyip mümkün olduğunca işyeri yetkilileri ve işyerinde çalışan diğer kişiler ile başka bilebilecek tanıklar dinlenerek beyanlar denetlenmeli, böylece çalışma olgusu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmelidir.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında davalı işverenin iş organizasyonunun niteliği ve faaliyet alanı esas alınmak suretiyle; davacıdan iddiasına konu çalışmayla ilgili hizmet alınmasıyla ilgili olarak bir sözleşme olup olmadığı; verilen işin spesifik bir iş yapımı (eser) hakkında mı yoksa düzenli olarak işverenin faaliyeti ile ilgili rutin işleri hakkında mı olduğu; işin kontrol ve denetiminin nasıl yapıldığı, işverence beğenilmeyen çalışmalar olduğunda düzeltmenin nasıl sağlandığı, çalışanın bilgi ve cevap verme hükümlüğü olup olmadığı; işin teslimi/yapılması için sürenin nasıl belirlendiği, süresinde teslim edilmemesi/yapılmaması halinde yaptırımının ne olduğu; çalışmanın düzenli olarak her gün yapılıp yapılmadığı, günde kaç saat çalışıldığı; ilişkinin sona erme sebebinin ne olduğu; iş görenin başka kişilere de aynı yöntemle hizmet verip vermediği; evden çalışma şeklinde de olsa kendisine ait bir iş organizasyonu olup olmadığı, iş görenin başkasını çalıştırıp çalıştırmadığı; ilişkilerin bozulmasına dair bir risk söz konusu olmadan verilen işi reddedip edemeyeceği; ücretin nasıl belirlendiği, telif ücreti mi, aylık mı olduğu, ekstra ödeme yapılıp yapılmadığı konuları araştırılmalıdır. Bu konuda yeteri kadar işyeri ve taraf tanıkları da dinlenmelidir. Bu sebeplerle tüm deliller birlikte değerlendirilerek ilişkinin kendi adına bağımsız çalışma mı yoksa hizmet akdi ile davalı işverene bağımlı bir çalışma mı olduğu belirlenerek sonucuna göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmadan mahkemece verilen hüküm usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde feri müdahil Kurum ve davalı vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; bozma kararında belirtildiği gibi davalı işverenin iş organizasyonunun niteliği ve faaliyet alanının araştırıldığı, ihbar olunan şirkette çalışanların tanık olarak dinlendiği, internet sitesinin incelendiği ve sonucunda yapılan işin değerlendirildiği, öte yandan davacının yönettiği internet sitesinin verileri, yazılım, bilgi, internet, multimedya ve telekomünikasyon sistemleri uzman bilirkişiler tarafından incelenerek internet sitesinin kurulmasından sonra davacının bu siteyi güncellediğinin, günlük bilgileri yüklediğinin, elektronik posta adresine gelen mesajları kontrol ettiğinin ve bu şekilde tam zamanlı çalıştığının tespit edildiği, tanık beyanları ve bilirkişi heyet raporuna göre davacının davalı işveren nezdinde portal editörü olarak çalıştığı, bu tip sözleşmelerde bozma kararında belirtildiği gibi atipik hizmet ilişkisi olduğu, internet sitesi kurulmasından sonra bağımlılık unsurunun oluştuğu, diğer taraftan bozma kararı öncesinde taraflar arasında yazılı sözleşme bulunmadığı tespit edildiğinden bu hususun çekişmeli olmadığı, eser sözleşmesinin internet sitesi kurulmasına kadar olan dönem için kabul edilebileceği, internet sitesinin kurulmasından sonra taraflar arasında yeni bir hizmet ilişkisinin oluştuğu ve bu ilişkinin kendi adına bağımsız çalışmayı aşan ve işverene hizmet akdiyle bağımlı çalışma koşullarını taşıdığı, tüm delillerin toplandığı ve ayrıntılı araştırma ve değerlendirmenin yapıldığı anlaşıldığından bozma kararına direnilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı ve fer’î müdahil Kurum vekilleri temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; taraflar arasındaki ilişkinin hukuki niteliğinin yeterince araştırılmadığını, internet sitesi tasarımının eser sözleşmesi kapsamında bulunduğunu, davacının yaptığı işin fikir ve sanat eserleri hukukuna tabi olduğunu, internet sitesinin sahibinin davacı olarak görünmesinin dâhi iş sözleşmesinin bulunmadığına delil olduğunu, işin niteği ve yapılması gereken zaman bakımından da yeterli araştırma yapılmadığını, nitekim müvekkilinin internet sitesinin aktif ve etkileşimli bir site olmadığını ve blog niteliği taşıdığını, davacının işinin sadece saat veya süre sınırlaması olmadan saniyeler içinde müvekkilinin yazılarını internet sitesine eklemekten ibaret olduğunu, bu nedenle bağımlılık unsurunun varlığından söz edilemeyeceğini, bilirkişi raporunda belirtilen görünüm sayısının onbir yılın tamamına ve sadece görüntülenmeye ilişkin olduğunu, internet sitesine yazı ekleme işinin portal editörlüğü olarak kabul edilmeyeceğini, davacının kendi adına yaptığı işleri bulunup bulunmadığının araştırılmadığını, bilirkişi raporlarının denetime elverişli olmadığını belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
Fer’î müdahil Kurum vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, davacının davalı işveren nezdinde iddia olunan dönemde fiilen çalıştığını ispatlayamadığını, davacının aldığı eğitim ve yaptığı iş gözetildiğinde uyuşmazlık konusu çalışma döneminde sigortasız çalışmasının mümkün olmadığını, kaldı ki Bağ-Kur primi ödeyerek emekli olduğunu, ayrıca bu durumun davacının meslek erbabı olduğunu kabul ettiği anlamına geldiğini, iş akdiyle çalışan bir kişinin ayrıca Bağ-Kur primini yatırmayacağını, bozma kararında belirtilen araştırmalar yapılmaksızın karar verilmesinin hatalı olduğunu belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının 01.12.2005-06.08.2015 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalıştığının tespitine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar veren İlk Derece Mahkemesince yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre bozma kararında belirtilen araştırma ve incelemeler yapılıp taraflar arasındaki ilişkinin kendi adına bağımsız çalışma mı yoksa hizmet akdi ile davalı işverene bağımlı bir çalışma mı olduğu belirlenerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
İlgili Hukuk
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrası ile 86 ncı maddesinin dokuzuncu fıkrası, Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 79 uncu maddesinin onuncu fıkrası.
Değerlendirme
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20’inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu durumda 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında mülga 506 sayılı Kanun; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve hâlen yürürlükte olan 5510 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
Dolayısıyla sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde sigortalılıktan söz edilmesi de mümkün olmayacaktır.
İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de 4857 sayılı İş Kanunu (4857 sayılı Kanun) ile yürürlükten kaldırılan 1475 sayılı Kanun’da ve 506 sayılı Kanun’da bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı Kanun’un 8 inci maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımı yapılmıştır. Belirtmek gerekirse 4857 sayılı Kanun’da Hizmet akdi ifadesi terk edilmiş, yerine İş sözleşmesi kullanılmıştır.
Hizmet akdi mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 313 üncü maddesinin birinci fıkrasında “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken 4857 sayılı Kanun’da daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi bağımlılık unsuruna da yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinin on birinci fıkrasında ise hizmet akdinin 22.04.1926 tarihli ve mülga 818 sayılı Kanun’da tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade edeceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları 5510 sayılı Kanun döneminde de farklılık arz etmemektedir.
Hemen belirtilmelidir ki 5510 sayılı Kanun’un atıf yaptığı 818 sayılı Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (6098 sayılı Kanun) ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 393 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre “Hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle iş görmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir”. Bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinin on birinci fıkrası uyarınca 818 sayılı Kanun’na yapılan atfın artık 6098 sayılı Kanun’un 393 üncü maddesinin birinci fıkrasına yapıldığının kabulü gerekecektir.
Bu durumda denilebilir ki, hizmet akdi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği, iki taraflı bir sözleşmedir.
İş Kanunu ve 6098 sayılı Kanun’da yer alan tanımlar dikkate alındığında hizmet akdinin unsurlarını iş görme, ücret ve bağımlılık oluşturmaktadır. Belirtilen unsurlar aynı zamanda söz konusu sözleşmenin ayırt edici özellikleri olup sözleşmenin taraflarının kararlaştırmış oldukları ilişkinin iş ilişkisi olarak tasnif edilip edilemeyeceği noktasında önem taşımaktadır.
Hizmet akdinden bahsedilebilmesi için gerekli unsurlardan olan iş görme, bir gerçek kişinin ekonomik bakımdan iş olarak değerlendirilebilen her türlü çalışmasıdır. İş görme borcunun konusunu oluşturan iş, bedensel, düşünsel, teknik, sanatsal ve bilimsel vb. olabilir (Sarper Süzek, İş Hukuku, İstanbul, Onsekizinci Baskı, 2019, s. 223).
Hizmet akdinin varlığı için gerekli ikinci unsur ücret olup bu unsur iş sözleşmesinin esaslı öğelerindendir. Bir işin görülmesi, karşı tarafın ücret ödemeyi vaat etmesi karşılığında olur. Bu nedenledir ki, ücret karşılığı olmadan yapılan çalışmalar iş sözleşmesi sayılmaz. Burada hemen belirtmek gerekir ki, ücret miktarının açıkça kararlaştırılması gerekli olmayıp işin bir ücret karşılığı yapılacağının gerekli ve olağan görüldüğü hâllerde ücret kararlaştırılmış sayılır.
Ücret, işçinin üstlendiği iş görme ediminin karşılığıdır. 4857 sayılı Kanun’un 8 inci maddesi ile 6098 sayılı Kanun’un 393 üncü maddesindeki hizmet akdi tanımından açıkça anlaşılacağı üzere ücret, hem iş sözleşmesinin temel unsuru hem de işverenin işçiye karşı yükümlülük altında girdiği en önemli borcudur. 4857 sayılı Kanun’un 32 nci maddesinin birinci fıkrasında genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
Nihayet hizmet akdinin varlığı için gerekli olan üçüncü unsur bağımlılık unsuru olup hizmet akdinde işçi, üstlendiği iş görme edimini az veya çok olmakla birlikte işverenine bağlı olarak yani onun gözetim ve denetimi altında yapmaktadır.
Hizmet akdinin belirlenmesinde bağımlılık unsurunun varlığı zorunlu bulunmakla birlikte bunun ne tür bir bağımlılık olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Hizmet akdinde bağımlılık ilişkisini bir ekonomik veya teknik bağımlılık olarak değil kişisel/hukuki bağımlılık olarak anlamak uygun olur. Çünkü işverenin otoritesi altında çalışan, onun vereceği emir ve talimatlara göre iş görmek zorunda olan işçinin hizmet akdinde bağımlılığı daha ziyade kişiliği ile ilgilidir. Başka bir deyişle hizmet akdinin özünde diğer iş görme sözleşmelerinden farklı olarak bir otorite/bağımlılık ilişkisi vardır ve işveren işçinin kişiliği üzerinde başka sözleşmelerde bulunmayan bazı yetkilere sahiptir. İşçi işgücünü işverenin yararlanmasına sunar. İşçinin işgücü ise onun kişiliğinin bir unsuru ve ayrılmaz parçasıdır (Süzek, s.225).
İşçi işgörme edimini işverenin gözetim ve denetimi altında, onun vereceği talimatlar doğrultusunda yerine getirir. Başka bir ifadeyle işçi, işverenin yönetim, denetim ve gözetimi altındadır. İşçi iş görme edimini yerine getirirken işverenin çalışma yeri, saatleri ve çalışma biçimi konularında vereceği talimatlara uyma yükümlülüğü mevcut olup bu, işçinin işverene kişisel bağımlılığını ortaya koymaktadır.
Bu durumda işçinin hizmet akdi ile üstlendiği edimin iş görme edimi olması, bu edimini işverenin gözetim ve denetimi altında, onun verdiği emir ve talimatlar doğrultusunda yerine getirmesi, kural olarak çalışılan yerin, çalışma saatlerinin işveren tarafından belirlenmesi, üretim araç ve gereçlerinin, mamul ve yarı mamul maddelerin işveren tarafından temin edilmesi karşısında iş sözleşmesinde ekonomik riskin işveren üzerinde olduğu açıktır. Başka bir deyişle işverenin iş sözleşmesinde egemen olması, işçinin iş görme edimi nedeni ile ekonomik risk altına girmemesini gerektirir. Ekonomik riskin işverende olması, yapılan işin sonucunun işçiyi etkilememesi, işveren zarar etmiş olsa bile işçinin çalışmasının, yerine getirdiği iş görme ediminin karşılığı olan ücreti isteyebilmesi, işin kâr ve zararının işveren üzerinde olması, işveren zarar etmiş olsa bile işçiye ücretini ödemesi anlamına gelmektedir.
Bugün bağımlılık, hizmet akdinin karakteristik bir unsuru olarak değerlendirilmekle ve hatta bu sözleşmenin sina qua non unsuru kabul edilmekle birlikte işletme içinde işgal edilen mevki, taahhüt edilen işin niteliği gibi faktörlere göre her iş ilişkisinde farklı yoğunluğa sahip, bu nedenle de kapsamı ve derecesi bakımından göreceli bir kavramdır (Hamdi Mollamahmutoğlu, Muhittin Astarlı, Ulaş Baysal, İş Hukuku, Ankara, Beşinci Baskı, 2012, s.311).
Öte yandan teknolojik ve ekonomik gelişmeler sonucu sanayi toplumunun yerini bilgi toplumunun alması iş hukukunu ve işçi kavramanı etkilemekte, bazı yasal kuralların esnekleştirilmesini zorunlu hâle getirmekte ve yeni istihdam türlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Buna rağmen hizmet akdini belirleyen bağımlılık ilişkisinin geçerliliğini koruduğu kabul edilmelidir. Ancak bağımlılık ilişkisinin ortaya konulmasında bu gelişmelere uygun bazı esaslardan yararlanmak gerekir (Nuri Çelik, Nurşen Caniklioğlu, Talat Canpolat, İş Hukuku Dersleri, İstanbul, 28.Baskı, 2015, s.118).
Ayrıca çalışan kimse ile çalıştıran arasında tâbiiyet (bağımlılık) bulunup bulunmadığı her olayda ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. Genellikle tarafların karşılıklı durumları, işin ifa tarzı ve ücretin ödenme biçimi taraflar arasında böyle bir bağlılığın-bağımlılığın bulunup bulunmadığını ortaya koyabilecek karinelerdir (Ünal Narmanlıoğlu, İş Hukuku, Ferdi İş İlişkileri, İstanbul, Beşinci Baskı, 2014, s.172).
Gelinen noktada isimsiz/atipik sözleşme ve freelance (serbest çalışma) ile ilgili kavramlara kısaca değinilmesinde yarar bulunmaktadır.
Türk Borçlar Kanunu’nda ya da özel bir kanunda düzenlenmiş sözleşmelere isimli/tipik sözleşmeler adı verilirken, Türk Borçlar Kanunu’nda ya da özel kanunlarda düzenlenmemiş sözleşmelere isimsiz/atipik sözleşmeler denilmektedir. Bir sözleşmenin tipik olarak nitelendirilebilmesi için bu sözleşmenin sadece ismen mevzuatta belirtilmiş olması yeterli olmayıp, sözleşmenin objektif esaslı unsurları ile hüküm ve sonuçlarının da düzenlenmiş bulunması gerekmektedir.
Gelişen teknoloji, insan ihtiyaçlarındaki çeşitlilik, geçim kaynağının sağlanmasına yönelik yeni yaklaşımlar, değişen sosyal ve ekonomik yapı yeni istihdam ilişkilerinin doğmasına ve çalışma hayatında atipik sözleşmelerin çalışma şekilleri veya ilişkilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Son yıllarda internet üzerinden sadece mal alışverişi olanaklı hâle gelmemiş, hizmet veya eser alımı da mümkün hâle gelmiştir.
Freelance çalışma herhangi bir işveren ya da şirkete uzun vadeli sözleşmelerle bağlı olmayan, sürekli olarak istihdam edilmeyen belirli görev ya da hizmetler için iş gören kişilerin yaptığı çalışma biçimi olarak tanımlanmaktadır ( Ekrem Erdoğan, Serpil Çiğdem, “Gig Ekonomisi ve Freelance İşgücünün Yükselişi Freelance Com Üzerinden Bir Değerlendirme”, Sakarya Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar II, Sakarya 2018, s. 243).
Bu çalışma yöntemiyle internet üzerinden yapılabilecek hizmetler yazarlık, editörlük, tercümanlık, ders verme ve bilgisayar programcılığı olarak sayılabilir.
Freelance çalışmada iş gören işi kabul edip etmemekte serbest olmakla birlikte işi kabul ettiği takdirde riskler kendisine ait olmak üzere iş görme edimini istediği yerde ve zamanda kendisine ait organizasyon kapsamında yerine getirmesiyle iş ilişkisi sona erebilmektedir. Görüldüğü üzere bu çalışma biçiminde iş sahibi ile iş gören arasındaki bağımlılık ilişkisi oldukça zayıf olup hizmet alanın denetim ve talimat verme yetkisi sınırlı düzeydedir.
Bu durumda atipik sözleşme niteliğinde olan freelance çalışmanın taraflar arasındaki ilişkinin özelliğine ve mahiyetine göre değerlendirme yapılarak kendi adına bağımsız çalışmayı aşan işverene hizmet sözleşmesiyle bağımlı çalışma niteliği kazanıp kazanmadığı belirlenmelidir. Bu belirleme esnasında hizmet akdinde bulunması gereken bağımlılık unsurunun esnek de olsa mevcut olup olmadığı araştırılmalıdır. O hâlde her somut olaya göre taraflar arasındaki ilişki ve olayın özelliği esas alınarak değerlendirme ve yasal düzenlemeler gözetilerek nitelendirme yapılmalıdır.
Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yoldur. İşte bu noktada, işçinin birtakım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Belirtilen amaca yönelik davaların yasal dayanaklarından olan Mülga 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.” hükmü bulunmaktadır. 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesinin dokuzuncu fıkrası da aynı doğrultudadır.
Sigortalı tarafından açılan hizmet tespiti davasında her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı ve çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.
Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten de hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesinin gerektiği Yargıtayın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Hizmet tespiti davalarının amacı hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin Kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden bu davalarda işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile Kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde işyerinin yönetici ve görevlileri, işyerinde çalışan öteki kişiler ile o işyerine komşu ve yakın işyerlerinde, tarafları veya işyerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar kolluk aracılığıyla araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, işyeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
Bu amaçla tanıkların hizmet tespiti istenen tarihte işyeri veya komşu işyeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi işyerinden yapılmış olduğu da sorularak elde edilen bilgilerin beyanlarında belirttikleri olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, işyerinin kapsamı ve kapasitesi ile niteliği bu beyanlar çerçevesinde kontrol edilmelidir.
Diğer taraftan bu davalarda işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.2020 tarihli ve 2018/21-1021 Esas, 2020/743 Karar; 27.05.2021 tarihli ve 2017/(21)10-2130 Esas, 2021/640 Karar ile 09.11.2022 tarihli ve 2021/(21)10-553 Esas; 2022/1475 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Somut olayda İlk Derece Mahkemesince davacının 01.12.2005-06.08.2015 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak çalıştığının tespitine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilen eldeki davada davacının 2005 yılının Mart ayından itibaren davalıya ait internet sitesi yapımıyla ilgilendiğini ve 23.01.2006 tarihinde resmî internet sitesinin açılmasından hizmet akdinin feshedildiği tarihe kadar editör olarak gece-gündüz evinde çalıştığını iddia ettiği, hizmet cetveline göre 11.12.2006-08.10.2013 tarihleri arasında isteğe bağlı sigortalılığının bulunduğu, davacı adına davalı işveren tarafından Kuruma hizmet bildirimi yapılmadığı, davacı tanıklarının davacının davalıya ait elektronik posta hesaplarını kontrol ettiğini ve internet sitesinin editörü olarak çalıştığını, davalı tanıklarının ise davalının işlerinin ihbar olunan Ko-Medya A.Ş.’nin çalışanı tarafından yapıldığını işler yetişmediği takdirde davacıdan destek alındığını, karşılığının da ihbar olunan şirket tarafından ödendiğini beyan ettikleri, uyuşmazlık konusu çalışma döneminde tarafların kendi arasında ve ihbar olunan şirket çalışanıyla elektronik posta aracılığıyla görüşmeler yaptığı, davalının köşe yazılarında davacıyı internet uzmanı olarak nitelendirerek internet sitesinin kurulumu aşamasına değindiği, 25.01.2018 tarihli bilirkişi heyet raporuna göre davalıya ait internet sitesi yönetimi için yetkilendirilenler arasında davacının adının bulunduğu, 09.11.2018 ve 28.01.2019 tarihli bilirkişi raporlarına göre de davalıya ait internet sitesinin profesyonel olarak yönetilmesi gerektiği, site içeriğinde davalıya ait eserlerden başka farklı kaynaklardan gelen haber ve görsellerin olduğu, davacının siteye uzaktan erişim izni bulunduğu, hemen hemen her gün bilgi girişi yapıldığı ancak bilgi girişinin kim tarafından yapıldığının anlaşılamadığı, davacının işten ayrıldığını belirttiği tarihten sonra veri tabanında hareket bulunmadığı, davacıya ihbar olunan Ko-Medya A.Ş. tarafından banka aracılığıyla 10.05.2004-11.01.2015 tarihleri arasında ödemeler yapıldığı anlaşılmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde davalı işverenin iş organizasyonunun niteliği ve faaliyet alanı esas alınmak suretiyle davacının iddia ettiği çalışmayla ilgili olarak taraflar arasında bir sözleşme bulunup bulunmadığı, yapılan işin spesifik bir iş yapımı yani eser mi yoksa davalının faaliyeti ile ilgili düzenli olarak yapılan rutin işler kapsamında mı olduğu, kontrol ve denetiminin nasıl yapıldığı, davalı işverence beğenilmeyen çalışmalar olduğu takdirde düzeltmenin nasıl sağlandığı, davacının bilgi ve cevap verme yükümlülüğünün olup olmadığı, taraflar arasında işin yapılması ve teslimi için sürenin nasıl belirlendiği, süresinde yapılmaması veya teslim edilmemesi durumunda yaptırımın bulunup bulunmadığı, davacının her gün düzenli olarak çalışıp çalışmadığı ve günde kaç saat çalıştığı, taraflar arasındaki ilişkinin sona erme sebebinin ne olduğu, davacının uyuşmazlık konusu dönemde dava dışı kişilere aynı çalışma şekliyle hizmet verip vermediği, evden çalışma şeklinde de olsa kendisine ait bir iş organizasyonu olup olmadığı, başkasını çalıştırıp çalıştırmadığı, ilişkilerin bozulmasına dair bir risk olmadan verilen işi reddedip edemeyeceği, taraflar arasında ücretin nasıl belirlendiği, belirlenen ücretin telif ücreti mi yoksa aylık ücret mi olduğu, belirlenen ücret dışında ayrıca ödeme yapılıp yapılmadığı araştırılarak açıklığa kavuşturulmalı, ayrıca belirtilen hususlar gözetilerek taraf tanıkları ve işyeri tanıkları dinlenilmeli, oluştuğu takdirde tanık beyanları arasındaki çelişki giderilmeli ve sonrasında dosya kapsamı birlikte değerlendirilip taraflar arasındaki ilişkinin kendi adına bağımsız çalışma mı yoksa hizmet akdi ile davalı işverene bağımlı bir çalışma mı olduğu belirlenerek sonucuna göre infaza elverişli bir karar verilmelidir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı ve fer’î müdahil Sosyal Güvenlik Kurumu vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
07.02.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.
Av. Ertuğrul Harman sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.