Tanıma ve tenfiz davaları

Yabancı bir mahkemenin kararı Türkiye’de kendiliğinden hukuki sonuç doğurmaz. Yabancı mahkeme ilamının Türkiye’de hukuki sonuç doğurabilmesi için, öncelikle Türk mahkemeleri tarafından bu ilam hakkında tanıma veya tenfiz kararı verilmesi gerekir. Bunun için Türk mahkemelerine başvurularak tanıma davası veya tenfiz davası açılmalıdır.

Örneğin, bir Alman mahkemesi tarafından verilen boşanma kararı, bir Türk mahkemesi tarafından tanınmadıkça, Türkiye’de ilam olarak kabul edilmez. Bu sebeple, Alman mahkemesinin kararıyla boşanmış olan bir Türk vatandaşı, Türkiye’deki nüfus müdürlüğünde nüfus kaydına bu boşanmayı işletemez. Sonuç olarak bu kişi Almanya’da boşanmış olmasına karşın Türk hukukuna ve Türk nüfus kayıtlarına göre evli sayılır. Bu durumdaki bir Türk vatandaşının Türkiye’de yeniden evlenmesi imkansızdır.

Tanıma ve tenfiz müesseseleri birbirinden farklı kurumlar olmalarına rağmen uygulamada sıklıkla karıştırılmaktadır. Tanıma davası yerine tenfiz davası, tenfiz davası yerine tanıma davası açılabilmektedir. Bazen de bir davada, ilgili olup olmadığına bakılmaksızın, hem tanıma hem tenfiz talep edilmektedir.

İcrai nitelikte olmayan, icra kabiliyetleri bulunmayan kararlar, tenfiz davasına konu olamazlar. Bu kararlar için tanıma davası açılmalıdır. Öte yandan bazen icrai niteliği olan kararlar için tenfiz davası yerine tanıma davası açılması daha uygun olabilmektedir. Sonuç olarak, her somut olayda, yabancı mahkeme kararının içeriğine ve niteliğine göre bir değerlendirme yapmak ve buna göre bir yol çizmek gerekmektedir.

İhtiyati hacizde yetkili icra dairesi

“İhtiyati hacizde yetkili icra dairesi” başlıklı bu yazımızda, ihtiyati haciz kararının infazında yetkili icra dairesi ve ihtiyati haciz kararından sonraki icra işlemlerinde yetki sorunu üzerinde duracağız.

Konu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun E. 2013/12-476 K. 2014/5 T. 15.1.2014 sayılı kararına konu olmuştur ve bu yazıda, bu karardan yararlanılacaktır. Yazının sonunda bu konuda içtihat değişikliğine giden 12. Hukuk Dairesi’nin kararının içtihat değişikliği ile ilgili kısmına yer verilecektir.

Bilindiği üzere icra takiplerinde yetki belirlemesi, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 50. maddesi ve HMK m. 447 gereğince HMK hükümlerine göre yapılır.

İhtiyati haciz kararlarının infazında, HUMK’da bulunan 12. maddeye HMK da yer verilmemiştir.

HUMK m. 12: “Haczi ihtiyatiden sonra haciz kararının müstenidi olan alacak dâvası haciz kararını veren mahkemede de ikame olunabilir.”

Bu hükümde ihtiyati hacizden sonra haciz kararının dayanağı olan alacak davasının, haciz kararını veren mahkemede de açılabileceği belirtilmiş iken, 6100 sayılı HMK’da böyle bir hüküm bulunmaz. Dolayısıyla, güncel usul hukukunda -HUMK’u yürürlükten kaldıran HMK 435 gereğince- artık HUMK’nın 12. maddesi ile düzenlenen yetki belirlemesi uygulanamaz.

Doktrinde de aynı görüş dile getirilmiştir:

“01.10.2011 tarihinden sonra, eğer ihtiyati haciz kararını veren mahkeme HMK m.5-18 hükümlerine göre yetkili değil (yetkisiz bir mahkeme) ise, bu (yetkisiz) mahkemenin bulunduğu yerdeki icra dairesi, ihtiyati hacizden sonra yapılacak icra takipleri için yetkili değildir. Çünkü, eski HUMK 12. madde hükmü, yeni HMK’na alınmamıştır” (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2. baskı, Ankara 2013, s.179).

HGK, bu hususu şu ifadelerle özetler:

Eş söyleyişle, İİK’nun 50. maddesi yollaması ile kıyasen uygulanması gereken 1086 sayılı HUMK’nın 12. maddesinin karşılığı (HMK’nın 447/2. maddesi atfıyla) 6100 Sayılı HMK da bulunmadığından, ihtiyati haciz kararının uygulanmasından sonra bu kararı veren mahkemenin bulunduğu yer icra dairesi, sırf o yer mahkemesinde ihtiyati haciz kararı verilmesi nedeniyle yetkili hale gelmeyecektir.

Bu noktada İcra ve İflas Kanunu’nun 261. maddesine de değinilmelidir:

İhtiyati haciz kararının icrası : 

Madde 261 – (Değişik: 18/2/1965 – 538/101 md.)

Alacaklı, ihtiyati haciz kararının verildiği tarihten itibaren on gün içinde kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesinden kararın infazını istemeye mecburdur. Aksi halde ihtiyati haciz kararı kendiliğinden kalkar.

İhtiyati haciz kararları, 79 dan 99 uncuya kadar olan maddelerdeki haczin ne suretle yapılacağına dair hükümlere göre icra edilir.

(Ek son fıkra: 17/7/2003-4949/61 md.) İhtiyati haczin infazı ile ilgili şikayetler infazı yapan icra dairesinin bağlı olduğu icra mahkemesine yapılır.

Hukuk Genel Kurulu, özü itibariyle yukarıdaki açıklamaları yaptıktan sonra, bu sorun hakkında şu sonuca varmıştır:

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler esnasında bir kısım üyelerce İİK’nun 261. maddesi hükmü uyarınca ihtiyati haciz kararını veren yerde bulunan icra dairesinin de takipte yetkili olduğunu, bu yasa hükmünün İİK’nun 264. maddesi ile birlikte değerlendirilmesinin gerektiğini, icra takibinin ihtiyati haciz kararının infazının devamı niteliğinde olduğunu, ihtiyati haczin bir yerde, icra takibinin ise bir başka yerde yapılmasının infazda ve usul uygulamasında sorunlara neden olacağını, asıl takip ile ihtiyati haczin ayrılmamasının gerektiğini ileri sürmüşler ise de, çoğunluk tarafından bu görüş kabul edilmemiş ve İİK’nun 261. maddesinin ihtiyati haciz kararının infaz edilmesi gereken yeri belirlediğine, icra dairesinin icra takibi yönünden de yetkili olmasını gerektirecek bir hüküm içermediği için icra dairesinin yetkisinde İİK’nun 50. maddesi atfı ile HMK’nın genel yetki kurallarının uygulanmasının gerektiğine karar verilmiştir.

Özetle, ihtiyati haciz kararının infazında, kararı veren mahkemenin yargı çevresindeki icra dairesi yetkilidir. Bu icra dairesi, icra takibi yönünden de yetkili değildir. İcra takibinin yetkisinde HMK’daki genel yetki kuralları uygulanacaktır.

Hukuk Genel Kurulu’nun bu içtihadı doğrultusunda içtihat değişikliğine giden Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, bu hususu Esas No:2014/20666 Karar No:2014/27572 sayılı kararında aşağıdaki şekilde hükme bağlamıştır:

Dairemiz; ihtiyati haciz kararını veren mahkemenin bulunduğu yerin yargı çevresindeki icra dairesinde takip yapılmasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı görüşünde iken, HGK’nun 15.01.2014 tarih ve 2013/12-476 Esas 2014/5 Karar sayılı kararı doğrultusunda içtihat değişikliğine gidilerek İİK’nun 261. maddesinin ihtiyati haciz kararının infaz edilmesi gereken yeri belirlediği, icra takibi yönünden icra dairesinin yetkisinin anılan maddede belirlenmediği, yetki konusunda İİK’nun 50. maddesi atfı ile HMK’nın genel yetki kurallarının uygulanması gerektiği yönündeki görüş benimsenmiştir.

İşçilik alacaklarında belirsiz alacak davası

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi işçilik alacaklarının, somut olayın özelliklerine göre belirsiz alacak davası yoluyla talep edilemeyeceğine ilişkin bir Yargıtay kararı, takip ettiğimiz bir davada elimize ulaştı (22. Hukuk Dairesi E. 2014/14308 K. 2015/24273). Bu yazıda, bu konuya bu karar ışığında kısaca değineceğim.

Belirsiz alacak ve tespit davası, mülga HUMK’da yer almayan yeni bir dava türüdür. 6100 sayılı HMK ile kabul edilmiştir. İlgili hüküm şudur:

Belirsiz alacak ve tespit davası

MADDE 107

(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.

Bu madde hükumet tasarısında yer almamış, Adalet Komisyonu’nda kabul edilmiştir.

Bir davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, aşağıdaki iki şarttan biri gerçekleşmelidir:

  1. Alacaklıdan, davanın açıldığı tarihte, alacağın miktarını veya değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesi beklenememelidir, veya,
  2. Alacaklının, davanın açıldığı tarihte, alacağın miktarını veya değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesi imkansız olmalıdır.

Bir alacak davasında dava konusunun değeri veya miktarı biliniyor veya tespit edilebiliyorsa, bu davanın belirsiz alacak davası olarak açılması usule aykırı olur. Bu durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerektiği, söz konusu kararda açıkça ifade edilmiştir.

Yargıtay, söz konusu kararında, alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılamayacağını, her davada somut olayın özellikleri nazara alınarak sonuca gidilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Maddenin 2. fıkrasına göre, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir. Örneğin bilirkişi veya keşif incelemesi sonucunda belirlenebilirlik hali ortaya çıkarsa, davacı talebini arttırabilecektir.

Yargıtay, anılan kararında, bu fıkra hükmünden de yararlanarak,

“Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.”

ifadelerine yer vermiştir.

Yazıyı daha fazla uzatarak sizi sıkmadan, bahsi geçen kararda somut olayın özelliklerine göre hangi gerekçeyle karar verildiğine değinerek yazımı noktalamak isterim.

Somut olayda Yargıtay, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının işçi tarafından belirsiz alacak davası olarak AÇILAMAYACAĞI sonucuna varmıştır. Bu sonuca varırken,

“… kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı bakımından, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasında esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de, belirleyebilecek durumdadır. Hal böyle olunca, davacının kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı talepleri yönünden, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken,…”

gerekçesiyle hüküm kurmuştur.

Kararda uzun ve yararlı bir muhalefet şerhi bulunduğunu da not düşerek yazımı sonlandırıyorum.